Ali Bilge, 14 Mayıs seçimlerini siyasi ve ekonomik açıdan değerlendirdi.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: Günaydın!
Ö.M.: Geçmiş olsun diyelim tekrar.
Ö.Ö.: Geçmiş olsun tekrar.
A.B.: Teşekkür ederim, sağolun!
Ö.M.: Büyük bir ameliyat geçirdiniz. Bu zorluklara rağmen buraya katıldığınız için teşekkür ederiz.
A.B.: Sağolun! Devam edebileceğim sınırlara yaklaşana kadar programı sürdürebileceğimi düşünüyorum. Bana bu süreç içerisinde destek olan dinleyicilerimize de ayrıca teşekkür ederim, sosyal medya üzerinden ulaştılar. Maalesef bugüne sevinçle başlayamıyoruz. Türkiye’de kilitlenme ve bu siyasal kaotik yapı daha devam edecek gibi gözüküyor. Bundan haftalar önce çeşitli alternatifleri incelemiştik. Cumhurbaşkanlığı, meclis, her ikisi ve tek tek, bunların iktidar alternatiflerini izlemiştik. Şu anlaşılıyor ki artık meclis çoğunluğu azalsa da eski Cumhur İttifakı’nın elinde değil mi? 320 civarında galiba milletvekili sayısına ulaşmış durumda.
Ö.M.: 322 galiba, evet. Cumhur İttifakı’nın şu andaki rakamı.
Türkiye’nin siyasal açıdan kaotik süreçten sıyrılması mümkün değil
A.B.: Öbürü de ikinci tura kaldı yorumu yapılıyor. İkinci turda kazansa da Kılıçdaroğlu, gene parlamento çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda. Millet İttifakı da Cumhurbaşkanlığını ele geçirmiş oluyor ki o da çantada keklik bir durum değil. Dolayısıyla ülkeyi yönetmek 2017 yasaları çerçevesi içerisinde Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kendisine çizdiği büyük alan olmasına karşın kilitlenme mukadderat. Aynı zamanda parlamentoda kanun çıkarma gücünüz yok, öbür taraf da yüksek yargı ve Cumhur İttifakı’nın kontrolünde. Dolayısıyla ikinci turu Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde de Türkiye’nin siyasal açıdan kaotik süreçten sıyrılması mümkün değil. Kaldı ki ikinci tur zor bir tur olacak Millet İttifakı açısından.
Normal bir seçim yaşamıyoruz, anormal bir seçim yaşıyoruz
Şu anlaşılıyor, 20 küsur yıldır devam eden Erdoğan, AKP ve seçmen ilişkisi, gerçekten Katolik bir ilişki var burada, bu ilişki çözülse de yeterince değil. Yani çözüldüğünü görüyoruz ama klasik Türkiye siyasi coğrafyasına baktığımızda da değişiklik görmüyoruz. Orta Anadolu, Karadeniz’de görüyoruz; Doğu Anadolu’da bazı illerde görüyoruz ve Millet İttifakı’nın, CHP’nin de yerleşik. Yani genel olarak fotoğrafın bütününde büyük bir değişiklik olmadığını görüyoruz, değişiklikler ufak tefek. Dolayısıyla depreme rağmen yani ekonomik krize rağmen, bu Katolik evliliği devam ettiriyor seçmen AKP’yle ki bu kadar yıpranmaya rağmen. Tabii bunda iktidar avantajları yani normal bir seçim yaşamıyoruz biz, anormal bir seçim yaşıyoruz, demokratik parlamenter sistem içerisinde değiliz. Otokrasideki seçimlerde bütün güçleriyle kamusal kaynakların kullanıldığı görünür, her şey aşikar. Ama resmi rakamlara göre 51 bin kişinin öldüğü deprem bölgesinde de çok fazla bir değişiklik görmüyoruz.
Ö.M.: Pardon Ali Bey sözünüzü keserek araya gireyim dedim. Tersine yani deprem bölgelerinde yapılan analizlerde, seçim sonuçlarında Millet İttifakı değil, Cumhur İttifakı lehine oldukça yüksek bir şey olduğu. Biraz önce de Özdeş’le konuşuyorduk yani Cumhurbaşkanlığı seçiminde mesela depremin ana merkezi olan Maraş’ta Recep Tayyip Erdoğan’ın %72’ye yakın oy aldığını; buna karşılık Kılıçdaroğlu’nun %22,2’de kaldığını söyleyebiliriz. Çok önemli ve burada milletvekili seçiminde de AKP’nin %47,77, MHP’nin %16,29 alarak ikisinin de CHP’yi geride bıraktığını, hatta MHP’nin CHP’nin önüne geçtiğini söyleyebiliriz. Bütün deprem bölgelerinde çok ufak istisnalarıyla beraber bu geçerli, yalnız Maraş’ta değil Antep’te de.
A.B.: Soma’da da yaşamıştık hatırlarsanız küçük bir örneğini, Soma’daki kömür maden faciası sonrasında o zaman da oylarını arttırdığını görmüştük. Yani bazen bunları açıklarken çok şey konuşacağız önümüzdeki dönemlerde. Ben kendi hayatımda beni değiştiren en önemli seçimin, referandumun 82 referandumu olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bütün bildiklerimi unutmamı gerektirdi, açıkladığım yöntemleri. %92 oy, Kenan Evren’in anayasasına oy verdi. Halbuki toplumsal muhalefet bunun çok çok üstündeydi. Bu seçimler de 20 küsur yıl aradan sonra hala bu Katolik ilişkinin çözülememesi üzerine çok kıymetli araştırmalara ihtiyaç var. Ama elbette bunlar, ben de ittifak eksenlerinin bugün çok eksikliklerine daha önce de değinmiştim, sadece partilerin bir araya gelmesi, ittifak modellemesi için yeterli bir unsur değil. Toplumsal katmanların arasında mesleki grupların, dikkat ederseniz sadece partilerin bir araya geldiği, mesleki ve sınıfsal katmanların arasında bir ittifak çalışmasının yeterince olmadığını zaman zaman dile getiriyorduk, yatay ve dikey eksenler anlamında. Bütün bu analizleri yapacağız.
Ekonomide kaynak girişleri mevcut durumda sağlanamaz
Şu var, bugün Türkiye içinde bulunduğu durum. Bilmiyorum, şu anda Dolar kuru nereye vurdu, ekonomik koşullar, Erdoğan’lı Erdoğan’sız, çok muazzam bir şeye yol açıyor. Bir durum var, bu durumu kim giderebilecek? Yani Erdoğan iktidarının da sürdürebilmesi mümkün değil. Her şeyden evvel yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle Türkiye’nin idare edilemediğine ilişkin kanı çok yerleşik bir kanı. Diyelim ki, Cumhurbaşkanlığı’nı tekrar Erdoğan ikinci turda kazandı. Sistemin yürümesi gerçekten zor yani bu lokomotif bu vagonları taşıyamıyor. Ayrıca Erdoğan’ın kendi yorgunluğu ve hastalıkları da Türkiye’yi yönetme kabiliyetinden gittikçe uzaklaştığını da gösteriyor. Dolayısıyla Parlamento içi dinamikler şunu yaratacak; 320 evet bir çoğunluk ama çok da nefes aldırıcı bir çoğunluk değil, hele ikinci turu Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde. Yani Türkiye durulmayacak, yeni gerilimlere ve seçimlere doğru yol açabilir. Ekonomide de kaynak girişleri açıkçası mevcut durumda sağlanamaz. Yeni kaynak, temiz kaynak girişleri olmaz ve alt üst olmuş dengelerin daha da sarsıldığı bir süreç yaşayacağız.
Ö.M.: Pardon bir kez daha araya girmeme izin verirseniz, yani BBC Türkçe’de Berkeley Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cihan Tuğal’la yapılmış ilginç bir söyleşi var; Millet İttifakı’nın seçim stratejisinin neden işe yaramadığını konuşuyorlar. Sınıfsal bir analiz de getiriyor. CHP’nin milliyetçilikle mücadele etmeden, yeni bir işçi sınıfı hattı kurmadan bu dengelerin değişmeyeceğini söylüyor. “Çok daha geniş bir blok kurulması lazım,” diyor, CHP üzerinde baskı oluşturulabilsin diye. “Kürtlerden de destek çok geç istendi,’ diyor. Yani, “Milliyetçilikle mücadele edilmeden, yeni bir işçi sınıfı hattı kurulmadan bu dengeler değişmeyecek,” diyor, böyle bir yorum yapmış.
A.B.: Bu yorumu da doğru değerlendirmek mümkün. 82 referandumu benzeşmesini şunun için yapıyorum; gerçekten bu kadar büyük bir yıpranmışlık içerisinde iktidar partilerinin hala bu pozisyonunu koruması, çok derinlemesine analize ihtiyaç bulunduğunu gösteriyor. Ben de 82’deki referandumda Türkiye için bildiklerimi unutup, yeniden kendi çapımda, genç bir insan olarak okumaya başlamıştım. Bugün de bu analizlerin, bir de tabii anket firmaları açısından baktığımızda, Türkiye’de bunu bir türlü konuşamadık, ameliyat öncesi gündeme getiremedik, bu artık bir standarda ulaşmak zorunda. Merdiven altı anket firmalarının çokluğu büyük bir kargaşa yaratıyor. Türkiye’de iyi kötü muhasebe standartları var ama bu anketlerin standartları yok. O da önemli bir husus ama çok derinlemesine analize muhtaç bir durum olduğunu gösteriyor. Bu katılık, enflasyon katılığı deriz, bir türlü indirilemiyor. Seçmenle iktidar partisi arasındaki bu Katolik katı ilişkinin devamını çok daha iyi analiz etmek durumunda. CHP, çok iyi hatırlıyorum 90’ların ortasında Deniz Baykal’ın bir grup gazeteci ile yaptığı –ben de içindeydim- görüşmeden sonra sürekli, aynı dönemde Bülent Ecevit de sağdan devşirmeye girdiler. Sağa yata yata gelinen noktada kendi öz oy oranında bir değişiklik yok değil mi?
Ö.M.: Hayır yok. Bazı sürprizler var işte. Prof. Tuğal’in analizinde, bizim de daha önce naçizane ya da acizane düşünüp azıcık da tartışma fırsatı bulduğumuz şeylerden bir tanesi, bütün dünyada da bir kaos ortamı yaşandığı ve liberal hegemon olmayan merkezci çözümlere yaşama alanı bırakmadığını, bu da Türkiye’de seçimlere teğet geçen bir şey gibi göründüğünü söylüyor. Yani bir sınıfsal analize ihtiyaç duyduğunu, milliyetçilikle mücadele edilmesinin şart olduğunu, yoksa dünya çapında da merkez sağa ve aşırı sağa doğru kayışın önlenemeyeceğini de belirtmiş.
A.B.: Avrupa’da aşırı sağın yükselişi 80’lerin ortasından beri devam eden bir olgu, bu konuda da sevgili Zeynep Atikkan’ın kitabı çok önemli idi. O dönemde bu işlere çok işaret etti; Avrupa’nın aşırı sağa yönlenmesi, Türkiye’de ve dünyada da bunun sebepleri.
Ö.Ö.: Burada bir araya girebilir miyim?
A.B.: Tabii.
Ö.Ö.: Bu sürekli bir trend değil. Mesela Ortadoğu devrimleri, occupy [işgal] hareketleriyle ibre radikal bir şekilde yani 2008 küresel ekonomi krizi ile birlikte şöyle sola doğru dünya çapında dönmüştü. Syriza’dan sonra, işte Podemos’un İspanya’da yükselişi falan böyle bir şey vardı, umut dünyada böyle bir yükseldi. Çünkü milyonlarca kişi sokaklardaydı, kendileri siyasetin bir öznesi olmuş, bir parçası olmuş, yeni partiler kurulmuş vs. bir dönemdi. Bu yenilgi, o dönem toplumsal hareketlerin yenilgisi, neoliberal merkezi hatta şöyle söyleniyor; neoliberal konsensüs dünya genelinde çöktü. Yani Trump şimdi neoliberal mi değil mi? Ekonomik milliyetçilikle de, gümrük duvarlarını yükseltmekle de suçlanıyordu. Bolsonaro’nun şeyleri, Avrupa Birliği (AB) bir tür fiilen dağılma gibi. Yani o neoliberal merkezler, her yerde çöktü. Buna karşı bir de terör vs. falan dendi. Göçmen karşıtlığı üzerinden bir güvenlikçi istikrarı, sert otoriter eğilimlerle tutmaya çalışan iktidarlar, böyle yeniden yükselişe geçmişti. Türkiye’de tabii bir ölçüde kendi özgün koşullarıyla birlikte bu durumu herhalde paylaşıyor.
A.B.: 2000’lerin başlarında Dünya Sosyal Forumları yapılırken, artı bir dalga vardı. 2003’teki Porto Alegre ki üst üste oldu, ardından Hindistan’da oldu, bir kesintiye uğradı. Daha önceki hareketlerde neoliberalizme karşı gelişen büyük bir dalga vardı, savaşa karşı büyük bir dalga. Ama Porto Alegre Belediyesi bir süre sonra sağın eline geçti. Böyle bir gelgitler yaşanarak cereyan eden inişler yükselişler yaşanıyor. Dolayısıyla dünyanın içerisinde bölgesel olarak bu katılıkları, bu girişimleri de değerlendirmekte fayda var. Latin Amerika ayrı bir inceleme konusu, Türkiye kendi başına ayrı bir inceleme konusu, Avrupa’nın içerisindeki gelişmeler ayrı bir inceleme konusu.
Dolayısıyla genel olarak baktığımızda 1970’lerin, 80’lerin demokratik sınıfsal katmanlarının yükseldiği bir gelişme yaşanmıyor. Daha çok milliyetçilikle yoğrulmuş olan işçi sınıfı, kitleleri ve katmanlar görülüyor. Neoliberalizm tabii en önemlisi göçmen düşmanlığı yarattı. Neoliberalizmin sosyal devleti ortadan kaldırmaya kalkması, azaltması, göçmen düşmanlığını bilhassa Avrupa’da olmak üzere ve bütün ülkelerde etkiledi. Bu da milliyetçilik dalgasını çok etkiliyor tabii. Bugün bu detaylara girmeden bakmamız gereken şu; Türkiye’de önümüzde, 2023 yılı içerisindeyiz, muhtemelen ikinci bir tur seçim olacak. İkinci tur seçimlerine göre çok berrak bir pozisyonda değil, her anlamda berrak bir pozisyonda değil. Benim aklım yani ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası uyanırken hep aklım, içerideki insanların üzerindeydi açıkçası. Hapis yatanlar bilir bu duyguyu. Onların duygularıyla ilişki kuruyorum şu anda. Yani çok zor. Masum yere yatan siyasal mahkumlar var, sanıklar var, tutuklular var. Onların beklentileri var, hepimizin beklentileri var. Bu tür sonuçlar maalesef orada yeni gelişmeler sağlamayı, özgürlükçü gelişmeler sağlamayı engelleyici faktörler. Beni en fazla düşündüren o. Müsaade ederseniz burada keseyim?
Ö.M.: Estağfurullah, tabii Ali Bey. Çok teşekkür ederiz. Tekrar geçmiş olsun diyelim.
Ö.Ö.: Geçmiş olsun, görüşmek üzere.
Ö.M.: Sağlıklı bir zamanda, tekrar daha ayrıntılı analizlerle beraber olmak üzere.
A.B.: Sağolun, size iyi yayınlar.